Şükür

Kadınlar, çocuklar, azınlıklar, düşük gelirliler (benim için zenginlik sadece para ile ilgili değil), göçmenler… Tam olarak, tüm gücü ile varolamamış, görülmemiş, duyulmamış, yok sayılmış çeşit çeşit topluluk, çeşit çeşit insan. Babam yıllar önce sormuştu: “Yoksulluk mu (ona göre zenginlik para ile ilgili bir şeydi), eğitim mi, sağlık mı, LGBT mi, ne? En önemlisi hangisi?” Halen pek çok kişi ve kurumun ayırdığı gibi, babam da ayırıp benden seçmemi istemişti. Hepsi birbiriyle alakalı demiştim. Hangisine odaklanmışsak onu en önemli zannedebiliyoruz. Ama hepsi aynı yere çıkıyor, hepimiz birbirimize bağlıyız. 

Bence ortadaki durum bir güç dengesizliği. Pek çoğumuza sirayet etmiş olansa bu dengesizliği görmeyi engelleyen bir çeşit körlük. Gücümüzü çeşitlilikten aldığımızı görememe ve dolayısıyla tam olarak kullanamama hali. Görsek, ah bir farkına varsak birlikte artan zenginliğimizi! İnanç çeşitliliği, yaş çeşitliliği, kültür çeşitliliği, yurt çeşitliliği, eylem çeşitliliği, ifade çeşitliliği, cinsel çeşitlilik… Her bir ayrımdan bir çeşitlilik yaratabileceğimizi düşünürsek sabaha kadar devam edebiliriz saymaya. Para saymak yerine çeşitlilik sayabiliriz mesela.

Bu devam eden güç dengesizliği, zorlandığımız, güce ihtiyaç duyduğumuz her durumda, bir yerlerden patlak veriyor. Evde, okulda, işte, sokakta, hatta hiç kimsenin duymayıp bilmediği kendi kendimize diyaloglarımızda. Halk arasındaki bir başka adı korku. Görmeyince (çeşitliliği), bilmeyince (kendimizi) korkuyoruz, doğal olarak. İnsanız.

En son İnsan Olmanın Psikolojisi kitabında rastladım: Abraham Amca, ve belki de son yüzyıllarda yaşamış milyonlarca insan, yaşama bir görev atfetmiş; hepimizde ortak olan doğum ve ölümün arasına “başarılacak bir şey”, en az bir şey sıkıştırmış. Tabii öyle olunca ister istemez, başarılı işler, başarılı anneler, babalar, başarılı çocuklar, başarılı eşler, başarılı hayatlar doğmuş. Onların hemen yanı başında, ki görünen o ki sayıca çok daha fazla, başarısız işler, başarısız eşler, başarısız anneler, babalar, çocuklar, başarısız hayatlar. Başarı ve hedef odaklı yaşayan kafayla, tüm kaynaklar, fırsatlar, başarılı sayılanlara doğru kaymış gitmiş. Arada Karl Amca gibi durun siz kardeşsiniz diyenler çıkmış ama işte alışmadık götte don durmamış; teori zehir gibi de olsa pratik sallanıp durmuş.

Peki ya yaşam dediğimiz, başarılacak, ulaşılacak bir hedef değil de yaşanılacak bir şeyse? Verilecek bir savaş, kazanılacak bir dava, kaçılacak bir hayat yoksa aslında ortada? Ya birbirimizle savaşmaya değil; tüm ayrıcalıklarımızı, bedenimiz, aklımız ve ruhumuz dahil tüm kaynaklarımızı kullanarak, hep birlikte yaşayacağımız günleri yaratmaya geldiysek dünyaya? Ya zenginlik dediğimiz şey her türlü çeşitliliğimizi fark etmek, yaşamın içine katarak kullanmak ve kutlamaksa? Birisi her sabah uyandığımızda bize, fiziksel olarak savaş meydanında olmayanlara, “savaş bitti, güvendesin.” dese, sonra sarılsa, dediğini sessizce bedeniyle anlatsa, o gün ne yapmak, gücümüzü, emeğimizi neye sunmak geçerdi içimizden?

Çantamda taşıdığım bez torbanın üzerinde çok sevdiğim bir arkadaşımın, Martha’nın bir sözü yazıyor: “Biz içimizdeki kat kat kimliklerin, çeşitliliğin bir karışımıyız, diğerinin içindeki değil.” Ben artık benimle birlikte büyüyen çeşitliliği görüyorum. Bazen korksam, savaş ya da kaç moduna geçsem de, sevgim korkumdan daha fazla. 

Çok şükür bugünleri de gördük.

Yorum Yok

Leave a Reply