2-3 ay önce CeBIT’in ana temasının “shareconomy” (paylaşım ekonomisi) olduğunu öğrendiğimizde çok heyecanlanmıştık. Hısım akraba seferber edip CeBIT’e gelmeyi başardık, destek olan herkese tekrar çok teşekkür ederiz! Ama maalesef ana tema konusunda hayal kırıklığına uğradık, birkaç ek stant ve 2-3 konuya özel konuşma haricinde paylaşım ekonomisi ile ilgili çok az şey vardı. Biz yine de CeBIT’e gidebildiğimiz için kendimizi çok şanslı kabul edip hoşumuza gidenlerden başlayalım.
Konuşmalar
CeBIT’in “Global Conferences” kısmında paylaşım ekonomisi ile ilgili çok güzel konuşmalar vardı. Salesforce.com’dan JP Rangaswami paylaşımın aslında en başından “tasarımın içerisinde” olması gerektiğinden bahsetti. Hindistan’da büyürken eve habersiz arkadaş getirdiğinde, annesinin tencere yemeğine 3-5 patates, az daha su katıp 3 kişilik yemeği nasıl 6 kişilik yaptığını; yıllar sonra İngiltere’de İngiliz eşiyle yaşarken eve arkadaş getirdiğinde ise, “evde 3 parça biftek var, ben nasıl yemek çıkaracağım bu insanlara” lafını duyduğunu anlattı. Biz de durup düşündük, gerçekten ne kadar tencere yemeği, çorba kültürü geniş bir memleketten geliyoruz, ve nasıl insanlar hızlıca yemeği “paylaşılır” hale getirebiliyor, buzlukta herkesin “misafir gelirse” diye önceden hazırladığı şeyler duruyor. Rangaswami’nin de söylediği gibi “Uzunca süredir doğamıza aykırı bir şekilde yaşıyorduk, şu an olan yeni bir teknoloji trendi değil, sadece köklerimize geri dönüyoruz.”
Girişimciler
Ana tema paylaşım ekonomisi olmasına rağmen bu ekonominin örneklerini fuar alanında görememek canımızı sıkmışken, 9 numaralı araştırma ve girişimci fuar alanı imdadımıza yetişti. Bu alanda Code-n adlı bir yarışmaya katılıp finalist olmuş girişimciler yer alıyordu. Yarışmanın konusu sürdürebilirlik olunca konuştuğumuz herkes sosyal girişimciydi diyebiliriz. En çok hoşumuza giden girişimlerden biri olan Ecotastic‘in kurucularından öğrendik ki Almanya’da bir girişimcinin ilk yatırımını alması için mutlaka elinde kanıtlanmış sonuçlar olmasını bekliyorlarmış. Sosyal girişimciler için inkübasyon merkezleri orada da yok denecek kadar azmış. (Türkiye’de de henüz bir adet ama artmasını ümit ediyoruz.) Kitaplarda okuyorduk ama dertleşince gördük ki girişimcinin derdi küreselmiş, belirsizlik, gelip giden karamsarlık… Neyse ki yapılan işi anlatırken parlayan gözler de bir o kadar küresel!
Hayal kırıklıkları
- İlk hayal kırıklığımız fuar alanında internetin paralı olması ve kafelerde WiFi olmaması oldu. Bu devirde saati 9€’ya internet bağlantısı mı satılır? Yok artık!
- Bizim Türkiye’den alıştığımız böyle büyük etkinliklerde buluşma noktalarında su sebilleri, çay/kahve servisidir. Tabii ki interneti parayla satan zihniyet bunların hepsini ücrete tabi tutmuş.
- Uluslararası bir fuarda açıklamaların ve konuşmaların Almanca yapılacağı hiç aklımıza gelmezdi. Bu sebeple maalesef sorup öğrenmedikçe fuardaki pek çok işten ve konuşmadan anlamadık. Paylaşım ekonomisine ayrılan konuşmalar da oldukça azdı. Acaba Türkiye’deki CeBIT ne derece uluslararası yapılıyor?
- Gitmeden bilmiyorduk bu fuarın daha çok B2B’ye hitap ettiğini, gittik gördük öğrendik ki CeBIT dedikleri B2B’lerin müşteri bağladığı, ya da insanların staj/iş ayarladıkları mekanmış. Bizim düşündüğümüz gibi ana tema altındaki işlerin de tanıtıldığı mekan değilmiş.
Kafamızdaki sorular
CeBIT’te konuşmacılar arasında airbnb‘den Martin Reiter de vardı. airbnb evinizdeki odanızı yabancılara kiralayabildiğiniz bir servis, couchsurfing’in paralısı gibi. Tam da bu parasal konudan ötürü acaba couchsurfing daha iyi bir sosyal girişim mi, airbnb couchsurfing’in yolunu mu baltalıyor gibi sorular kafamızdaydı. Konuşma sırasında eşiyle birlikte büyük bir ev yaptırıp, sonradan boşanan bir adamın, evi satmaya çalışmak yerine bu şekilde eski hayatına devam edebildiği, ya da çocukları üniversiteye giden ailenin, çocukların odasını kiralayarak hem yanlızlıktan uzaklaşıp hem de çocuklara para gönderdiği gibi örnekler görünce kafamız iyice karmaşıklaştı.
Para ile olan ilişkimiz nedir? “Ödeme” yapmak neden bize bu kadar zor gelmekte? İnsanlar sevmeden yaptıkları bir işten zar zor para kazandıkları için mi parayı vermek istemezler? O zaman aslında insanların severek ve mutlu para kazanması aynı şekilde, beğendikleri ürün ve servislere severek ve mutlu para harcaması anlamına gelip mutlu bir topluluk yaratabilir mi? Para üzerindeki sahibiyet (“ownership”) duygusunu kırmak da aslında paylaşım ekonomisine katkı değil midir? Sevdiğin bir şey için para vermek aslında karşındakini mutlu ettiği için seni de mutlu etmez mi? Armağan ekonomisi sadece “gönlünden ne koparsa” değil de “50 lira alayım” diye olduğunda armağanlığından bir şey yitirir mi, önemli olan niyet ve his değil midir? gibi birçok düşünce içerisine girdik. Birkaç öğle yemeğinde, metro seferinde, uyku öncesi sohbetinde tartıştık, ancak buraya yazılacak hale getirdik. Yoksa halen kafamız bulanık. Ama sanki bunlar yavaş yavaş kendini çözecek gibi geliyor bize.
So, what do you think ?