Sonlara doğru hatırlatayım: Alanlar anbean değişir. Açlık durumumuz, uykumuzu ne kadar aldığımız, etraftaki ses düzeyi, ne kadar stresli olduğumuz gibi bizi, beynimizin işleyişini etkileyen tüm uyaranlara göre içinde olduğumuz alan değişebilir. Bknz. önemli konuları tokken konuşmak.
Halen yaşamakta olduğumuz pandemi süreci ile tek bildiğimin hiçbir şey bilmediğim olduğunu kendime hatırlatıp dursam da bilinmeyeni kabul edip içinde durmak, esneyip genişlemek zor zanaat. Hele ki İstanbul gibi uyaranı bol bir şehirde. En azından bunu biliyorum, diye kendimi avutuyorum, çünkü daha önce benzerini yaşadım…
2013’te çocuk arzusu ile Onur’la sevişirken korunmayı bıraktık. Türkiye’de yaşarken evlenmeden hamile kalma ihtimali, ilk ailemin tutuculuğunu da ele alınca, sonsuz olasılıklar cennetini benim için cehenneme çevirdi. O sıralar Eşya Kütüphanesi adında online bir platform geliştirmekten, sütyensiz hayata, deneyimlediğim pek çok şey, neredeyse sevdiğim adamla ilişkimiz hariç her şey benim için yeniydi. Anadolu Jam sayesinde adamla iletişimimiz değişmeye başladığı için aslında o da yeni gibiydi. Bu kadar yenilik karşısında paniğe sürüklenmemek için, bari bir konuda normal olalım, bildik yola sapalım dedim ve evlendik.
John Abimizin de dediği gibi, daha çok gördükçe, kesinlikle daha azını biliyorum. Evliliğin ilk senesi en zoruydu. Hamile kalmadım. Gayet sağlıklı olsak da çocuğumuz olmadı. Bilakis sevişmelerimiz hiç olmadığı kadar sönükleşti. Evli olduğumu duyunca değişen insanlar, tavırlar; yaptığım bazı şeylerin evli bir kadının yapmaması gereken şeyler olduğunu düşünenlerden kınamalar, yargılar… İsveç’te uluslararası bir sosyal girişimcilik seminerinde Türkiyelilerle değil, bütün akşam bir Romanyalı erkek ile sohbet ettiğimi görüp “Neredesin yahu? Evli olmasan neyse, anlardık da!” diyen abimiz ilk yılın özeti gibiydi. — Hatırladıkça paniğe kayıyorum… Bir nefes, bir boşluk, devam.
Neyse ki kırılmalar, zorlanmalar, panikten paniğe girmeler ile birlikte pek çok güzel an da yaşadım. Bir yandan Onur’u sever, sevişirken, başkalarına, yerlere, kişilere, hayallere ve gerçeklere aşık olmaya, sevmeye devam ettim. Eşim bir süre sonra, özellikle ben kalabalık topluluklarla çalışıp eve döndükten sonra, aklımın henüz eve gelmediğini fark edip sormaya başladı: “Yine kime aşık oldun?!” Ben de kendime, kendimde ve diğerlerinde henüz keşfedilmemiş güzellikleri görüp seven halime alıştım. Kabul ettim: Valla çok seviyorum, çok şükür!
Bugüne kadar gelen yedi yıllık süreçte, içinden geçtiğim tüm karanlık gecelerde, “neden ben böyleyim?”e döndüm durdum.
Sıklıkla kendimle, ara sıra eşimle yaşadığım çatışmalar sonrası anladım ki: ben böyleyim. Allah ya da doğa/l süreç/ ömür verdiği sürece keşifteyim, kendimi ve çevremi. Dünya da böyle: her sorunun bir cevabı, her inişin bir çıkışı, her gecenin bir gündüzü var. Bakınca, dinleyince, görüyorum, duyuyorum. Bin şükür!
Ermişsek ya da Brené Abla gibi rahat ettiğimiz düzenin içinden konuşuyorsak, ailemizde ve toplumda norm olan şeyler bizim de konfor alanımızdaysa, pek çok şey bize konforlu gelebilir. Hep birlikte bir an önce gelişelim, aydınlanalım diye, etrafımızı konfor alanının dışına çağırabiliriz. Evet, her şey mümkün.
Öte yandan sürekli çatışmaların ve şiddetin olduğu bir ailede büyümüşsek, şu anda olduğu gibi nereye varacağını bilmediğimiz bir pandemi sürecindeysek, yaşadığımız yerde var olan baskın kültür, olduğumuz halimizle, tüm kimliklerimizle bizi kucaklamıyorsa; konforlu, güvenli alanlarımızı kendi ellerimizle inşa etmeye ihtiyacımız da olabilir. Bu kimimiz için düzenli maaş ödeyen bir iş, kimimiz için bir eş, kimimiz için bildiğimiz şehirde yaşamaya devam etmek ya da bilip sevdiğimiz dostlarımızla sık görüşmek olabilir. Her ne kadar hayal ettiğimiz dünya başka da olsa, alışıldık, bildik, norm olan şeyler, bize şu an için konfor sunabilir, insan olarak uzun vadede gelişmemizi destekleyebilir.
Merak etmeyin. Gelişmeyi seçiyorsak, yeniden konforsuz hissedeceğimiz anlar elbet gelecek. Eğer hala gelmediyse. 🙂
Yorum Yok