Balkona çıktım. Yeşil çay yapınca söyle, sana bi süprizim var, dediği biberiyeden almaya. Aaa sıcacık balkon! Yeşil, güneşli. Dünkü stüdyodaki halimizin devamı gibi. Bu sefer şarkı söylemek yerine yazıyorum.
Kaynakların kullanımı. Kullanım. Mevzu buydu bu hafta. Bağımlılığa dönüştürmeden kullanmak mümkün mü herhangi zevk veren bir şeyi?
Biberiyeye bakıyorum. Nane keza. Biz kopardıkça canlanıyorlar. Yerini seven verdikçe veriyor. Doğal olarak. Sarmaşık 6 aydır bizimle ama gören iki yıldır burada zannediyor.
Işık, su, hava, toprak, bir de diğer canlılarla birliktelik. Canlılık. Evimize her gelenden duydum bu sene: çok güzel bir enerjisi var. Eyvallah.
Bizden önce de böyle miydi? Babaannem ve dedem otururken? O zamanlar, dedem hala hayattayken, henüz farkında değildim ortamların, evlerin enerjilerinden.
Tek bildiğim bugüne kadar dağ, orman, deniz ve çöl hariç, hiç bir yerde hiç bu kadar evde hissetmediğim.
Geçen seneye kadar evin dışında olmak güzel geldi bana. Ergenlikten itibaren “evden kaçışta” olduğum da söylenebilir. “Ben dışarıyı seviyorum” derdim.
Yıllarca ev kelimesini uyuduğum yer için kullandım. Lima’da çantam çalınınca sık duyduğum “pasaportun?” sorusuna verdiğim verdiğim cevap gibi: neyse ki o evdeydi.
Birazı hala doğru: evim bedenim. Bedenim neredeyse orası evim. Güzel, güvenli, huzurlu bir bakış açısı.
Öte yandan, dört duvarlı, gerçekten ait hissettiğim evi bulunca, ki göçebe zamanları da hesaba katınca, ilk ailemin yanından ayrıldığımdan beri bilmiyorum yaşadığım kaçıncı ev burası, bir başka oldu: Özgürlük. Dağda, ormanda yalnız kalınca hissettiğim ultra güven hissi gibi.
Yorum Yok