Onun iki rüyasını hatırladığı gece gördüğüm iki rüyayı ilettim ertesi gün ona. Futbol maçına bilet alıyoruz, eşim ve bir arkadaşımla. Stadyum gibi değil de daha küçük bir yerde oynanıyor sanki maç… Yerime oturuyorum. İki tane adam geliyor, yanıma oturuyorlar. “Burası biletli” diyorum. İlk başta gülüyorlar. “Lütfen kalkar mısınız?” deyip ittirerek adamları kaldırıyorum… Eşim ve arkadaşım nerede diye düşünüp telefonumu ararken uyandım.
Geri yattığımda başka bir rüya gördüm. Annemle beraber evdeyiz, sanki henüz tam taşınmadığımız evde… Ben uyurken annem böcek görüyor. Bunu alıp atmak lazım diye kalkıyor… Evde bir sürü antika eşya var. Antika mutfak eşyaları, eski ahşap bir lavabo, tekne gibi, insanın bile yıkanabileceği büyüklükte… Eski çocuk kitapları var, bir dolabın altında… Çıkıyorum evden. Başka bir akrabanın evine gidiyorum. Aynı apartmandaymış. Dönüşte evi bulamıyorum… Evi arıyorum uzunca süre… Açıyorum, başkasının eviymiş diye geri kapatıyorum kapıyı.
Rüyalar sonrası bir süre sessiz kaldık, demlendik. Üç gün, üç gecenin ardından “Fantezini iyi ki paylaştın, ilginç bir şey açtı bende.” dedi. “Tanık olunmakla ilgili hiç düşünmemiştim. Bunun ne kadar güzel olabileceğini, beni heyecanlandıran bir şey olabileceğini fark ettim.” Yolun başında kendine dışarıdan bakmakla ilgili konuştuklarımızı hatırlattı. “Ben çok kafasının içinde, çok içeride yaşayan birisiyim. Hatta dışarıyı görmem yürürken, arabayla giderken yolları öğrenemem. Çok kendimle, içimle meşgulüm… Son zamanlarda dışarıda neler oluyor diye bakacak bir alan açılıyor sanki… Nazar boncuğunda da göz var ya; tanıklığın aracı nedir? Gözdür… Göz simgesi olan şeylere çok dikkat etmeye başladım. Belki bu yolculuğun içinden çıkan şey bu: kendine ve dışarıya da bakan bir göz olmak” Bunu duyunca, podcast editlerken kendime kulak olmaktan ve şahitlik etmekten aldığım keyfi paylaştım onunla.
Nazar boncuğunu sevmediğini bilerek içinde göz olan bir başka simgeyle Hamsa’yla ilgili ne hissettiğini sordum. Ellerimizle görmekten bahsettim. “Hamsa çok bir şey canlandırmadı.” dedi. “Tavuskuşunun üstündeki gözler var ya. Yunan mitolojisinde Hera’nın, aslında bekçi olarak, bir odayı korusun diye tuttuğu bir canavar var. Zeus, ya da birisi, gelip Argos’u öldürüyor ama Hera Argos’u yaşatmak için, çok gözlü bir canavar olduğu için, onun gözlerini alıp tavuskuşuna takıyor. Tavuskuşuna baktım… bazı kültürlerde nazara karşı kullanılıyormuş.” Yolculukta gördüğü ilk rüya birden benim için başka bir anlam kazandı.
Heyecanlandım. “Daha önce hiç yapmadım ama akrilikle yapayım mı?” diye sordum. “Kesinlikle!” dedi. “Ben resim yapmayı bilmiyorum aslında, ama boyalarla oynamayı seviyorum.” dedi. Ardından arkadaşı için yaptığı albüm kapağı olmuş resimleri iletti.
Tılsım doğmadan bloğunda paylaştığı tavuskuşu görselli yazısını buldum. Doğumunu beklediğim, kendimi hazırladığım iki tılsımın da tüylü olduğunu fark ettim. İlk demosu için son çalışmaları yaptığımız “Kuşlara” için destek kuvvet gibi geldi.
7 Ağustos’ta tavuskuşu dövmesini yaptırdı, 10 Ağustos’ta tılsımını tamamladım.
Aborjinlerin gökkuşağı yılanı resimlerinden ilhamla, akrilikle yaptığım tavuskuşu tüylü tılsım, şimdi onunla.
Yorum Yok